Cesaretin Türlü Halleri

Cesaretin türlü halleri...

Blog-Banner.jpg

Kendimi ne derecede yiğit, yürekli ve gözü pek görüyorum? Peki ya başkalarının yanında ne kadar rahat bir şekilde ağlayabiliyorum? Düşünmeye, derinleşmeye ve sorgulamaya ne kadar açığım?

Cesaretin farklı yansımalarının kelimelere dökülmüş halleri bu sorular. İlk soru, cesaretin Türk Dil Kurumu’ndaki sözlük tanımından geliyor mesela. İkincisi Victor Frankl’ın anlatımından geliyor, sonuncusu ise Sokrates’ten... Felsefede, filmlerde, psikolojide, şiirlerde, kitaplarda geçen cesaretin bin bir tanımından yalnızca üç tanesi.

Tek bir kavramdan bahsediyorum ama sorulara çok farklı cevaplarım var. Çok kullandığım bir kelime ama üzerinde durup da düşünmemişim benim için cesaret ne demek, hangi zamanlarda kendimi cesur hissediyorum, kimler için cesur diyorum ve neden böyle diye.

Etiketlemeye eğilimli bir yapımız var sanırım genellikle, benim de istemeden içine düştüğüm bir tuzak; iyi veya kötü diye ayırmak gibi, başarılı veya başarısız, güzel veya çirkin…

Benzer şekilde, cesur veya korkak var bir de; bir insan ya cesurdur ya da korkaktır gibi. O korkak diye nitelediğimiz insanın da zaman zaman cesurca davranışlar gösterebileceğini unutabiliyoruz mesela. Hem gri alanları görmek istemiyoruz hem de üstüne bir de cesur insan için tek bir tanımlamayı zihnimizde tutup, o tanımlamaya göre kendimizi ve başkalarını değerlendiriyoruz.

Ve eğer kendimizi, sahip olduğumuz tanımlama doğrultusunda, cesur görmüyorsak, genellikle bunu kişiliğimizin değiştirilemez bir parçası olarak görüyor ve yeni adımlar atmaktan çekinebiliyoruz sonrasında. Bu da bir kısır döngüye sebep olabiliyor; cesur olmadığımızı düşündüğümüz için bazı şeyleri yapmaktan çekiniyor, çekindiğimiz için yapmadıklarımızı da cesur olmadığımıza dair kanıt olarak sunabiliyoruz.

Kısacası, günlük hayatımızda farkında olarak, ya da yüksek ihtimalle olmayarak, oluşturduğumuz bu teoriler dünyaya bakışımızı değiştirebiliyor. Yani cesareti nasıl tanımladığımız, kendi davranışlarımızı ne kadar cesurca gördüğümüzü etkileyebiliyor ve bu da sonraki davranışlarımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi şekillendirebiliyor.

Bu yüzden başarı gibi, kaygı gibi ve mutluluk gibi cesaret için de farklı tanımların peşine düştüm uzun zaman önce. Yürüdüğüm yolda karşıma çıkan bazı yansımaları aşağıda paylaşıyorum.

Harry Potter’ın 7 bölümlük serisinin ilki olan Felsefe Taşı’nda, Harry ile arkadaşları Ron ve Hermonie, sürekli okul kurallarına karşı gelerek kendi bölümlerinden puan kırılmasına neden oluyor. Yine bir akşam felsefe taşının olduğu odaya gitmek için yola koyulduklarında, bölümün başka bir öğrencisi olan arkadaşları Neville onları durdurmaya çalışıyor (ama başaramıyor). Dönem sonu ziyafetinde okulun müdürü Dumbledore, bu hareketinden dolayı Neville'e ekstra puan vererek şunu söylüyor; ‘Düşmanlarımıza karşı gelmek büyük cesaret gerektirir, ama arkadaşlarımıza karşı durmak çok daha fazlasını...’

Genellikle sevdiklerimizle olan bağımıza zarar vermemek adına onlarla düşüncelerimizi, geri bildirimlerimizi paylaşmıyor, ya gerçeği söylemiyor ya da susmayı tercih edebiliyoruz. Gerçek olmak, bu bakış açısında, bir cesaret işi.

En başta da bahsettiğim Victor Frankl var sırada; "Gözyaşlarından utanmamız gerekmiyordu, çünkü gözyaşları, bir insanın, cesaretlerin en büyüğüne, acı çekme cesaretine sahip olduğuna tanıklık ediyordu... Oysaki ne yazık ki bazıları ağladıklarını utana sıkıla itiraf ediyordu."

Kendisi insanoğlunun en acı ve utanç dolu yaşantılarından biri olan Auschwitz toplama kampından sağ kurtulmuş bir psikiyatrist. Bu anılarını anlatırken mutluluk beklemediklerini, zaten böyle bir bekleyişin cesaret verici de olmadığını söylüyor. Aksine mutluluk gibi yaşanan acının da bir anlamı olduğuna inanıyor ve önemli olanın bunu keşfetmek olduğunu söylüyor. Buradan yola çıkarak oluşturduğu Logoterapi'den ve bu anılarından bahsettiği kitabı 'İnsanın Anlam Arayışı'nı yazıyor.

Günlük hayatımızda cesaretin en çok beraber kullanıldığı ‘korku’ya dönüyorum bu sefer. Mark Twain, ‘Cesaret; korkuya direnmek ve korkuya hâkim olmaktır, korkmamak demek değildir.’ der. Çok benzer bir yaklaşımı Game of Thrones (Taht Oyunları) kitabında ve dizisinde de görmüştüm. Kral Eddard Stark’ın çocuklarından biri, savaş öncesinde korkan askerleri gördükten sonra babasına korkan bir adamın nasıl cesur olabileceğini sorar. Eddard Stark ise çocuğuna, bir adamın cesur olduğu tek zamanın, zaten korktuğu zamanlar olduğunu söyler.

Bu söylemler bize, korkmanın doğal bir duygu olduğunu, öte yandan bununla birlikte korkunu da yanına alıp adım atabilmenin gerçek cesaret demek olduğunu anlatıyor.

Son olarak, cesaret denince aklıma en çok gelen günümüz psikologlarından Brene Brown’un yaklaşımı; 'Sevgi ve anlam dolu bir hayat yaşama, dünyayı daha cesur ve nazik bir yer haline getirme ve geleceği yeniden şekillendirme yeteneğinizin, hazırladığınız planınızın büyüklüğü ile çok az ilgisi var. Bu yeteneğiniz, tamamen, planınız başarısız olduğunda dahi yeniden kalkma ve tekrar başlama yeteneğinize bağlıdır.’ Brown’a göre geri dönüp tekrar başlamak riskli, ve bu yüzden de hem merak hem de cesaret gerektiren bir şey. Cesaret ise kırılganlığa açık olmak demek; yani sonucunu öngöremediğiniz bir konuda kendinizi gösterebilmek…

Brown, insan olduğumuzu ve hatalar yapabileceğimizi, utanabileceğimizi, aynı Mark Twain'in söylediği gibi korkabileceğimizi ama yine de cesur olabileceğimizi, zaman zaman rezil şeyler yapsak da bunları da gururla yanımızda taşıyabileceğimizi hatırlatıyor.

Bütün bu yansımalardan sonra, şimdiki cesaret soruları sana geliyor o zaman sevgili okur; Başkalarının yanında ne kadar rahat bir şekilde ağlayabiliyorsun? Kırılganlığa, yaralanmaya ne kadar açıksın? Korkularınla ne derecede barışıksın? Sevdiklerine karşı ne kadar samimi ve dürüstsün?