Birkaç ay önce sekiz arkadaş güzel bir restoranda, denize nazır bir masada buluştuk. Aramızdan birinin hayatındaki önemli bir değişimi paylaşmak niyetindeydik. Bize uzun, dikdörtgen bir masa hazırlamışlardı. Masada birbirini uzun yıllardır tanıyan ve ilk defa o gece, o masada karşılaşan kişiler vardı. Masaya oturduktan bir süre sonra düzeni sevmedik. Masanın iki ucunda oturanlar birbirlerini göremiyor ve duyamıyorlardı. Diğer masaların meraklı bakışları eşliğinde, garsonların da yardımı ile, uzun dikdörtgen masayı kare bir masaya çevirdik. Artık herkes denizi göremiyordu ama olsundu, birbirimizi görüyorduk.
O gece, o kare masada, yaşlar, cinsiyetler, unvanlar, medeni haller yani sosyal roller yoktu. Sadece sekiz insan vardı. Birbirini dinleyen, anlayan, birbirine güvenip içini açan, hayatın ve anın büyüsünü paylaşan sekiz insan. Gecenin sonunda herkes birbiri ile yüz yıldır tanışıyordu. Gülen yüzler, kucaklaşmalar, “bunu mutlaka tekrar edelim”ler gerçekti. Artık dünyanın yuvarlaklığına ve zamanın ruhunun kopukluğuna inat, gönülden bağlantılı olduğumuz bir kare masamız vardı.
Birkaç gün önce aynı ekip -iki eksik bir fazla- yine aynı restoranda, yine bir kare masada buluştuk. Geçip giden yılı uğurlamak, yeni yıla dair umutları paylaşmak niyetindeydik. Bazen birlikte kahkahalar attık, bazen aynı anda bir bulut geçti gözlerimizden. İçimizden birinin aldığı minik yaka iğnelerini kare masa nişanı olarak göğsümüze iliştirdik. Gecenin sonunda hepimizde büyük bir şükran vardı birbirimizin varlığına dair. Eve gelip yastığa başımı koyduğumda düşündüm, insan aslında böyle bir canlıydı; bu kadar sevecen, bu kadar bağ kurmaya yatkın, bu kadar kabule açık ve kabul edildikçe kendini bu kadar açan…
Bugünlerde okuduğum bir kitap insan ömrünün en uzun olduğu yerlerde yapılmış bir araştırmadan bahsediyor. Sağlıklı beslenme ve düzenli hareket etme ömrün uzaması için bildiğimiz formüller. Ancak bu yerlerin ortak bir özelliği daha var: insanların topluluklar halinde yaşamaları…
Topluluk halinde yaşamak demek kalabalık içinde yaşamakla eş anlamlı değil. Burada bahsedilen topluluklar; sevgi ve dostluk içinde yaşayan, birbirini kabul eden, destekleyen, birlikte üreten, eğlence kadar acıyı da paylaşan, kısaca insana dair her halden birlikte geçen insanların oluşturduğu gruplar. Tıpkı bizim kare masa gibi…
Demek ki aslında varoluşumuza uygun olan bu kalpten bağlantılar sadece anda iyi gelmiyor, yaşam kalitemizi artırdığı gibi yaşam süremizi de uzatıyor. O halde zamanın ruhu neden bu kadar kopuk? Neden birbirimizi görüp duyamadığımız dikdörtgen masalarda oturmakta ısrar ediyoruz?
Yeni yıla doğru girerken kendinize bir iyilik yapın. Bundan sonra gittiğiniz ilk kalabalık yemekte dikdörtgen masaları kareye çevirin, cep telefonlarını çantalara-ceplere, sosyal rolleri raflara kaldırın. Ve insan insana olmanın keyfini çıkarın!